(İSTANBUL) - İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerinin görevlerine son verilerek yeni baro başkanı ve yönetim kurulu üyeleri seçilmesi talebiyle açılan dava 21 Mart’a ertelendi. Dava sonrasında konuşan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, “Yargılama, yani Avukatlık Kanunu’nun 77’nci maddesinin tatbiki cumhuriyet tarihimizde ilk defa gördüğümüz bir uygulamadır. Cunta döneminde dahi bu uygulamaya tevessül edilmemiştir. Yargılamada, anayasaya açık aykırılık iddiasının mahkeme tarafından ciddiye alınmaması çok büyük bir eksikliktir. Baroların feri müdahillik taleplerinin reddedilmesi açıkça hukuka aykırıdır” dedi.
Yapılan sosyal medya paylaşımı üzerine İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerinin görevlerine son verilerek yeni baro başkanı ve yönetim kurulu üyeleri seçilmesi talebiyle açılan davanın ilk duruşması bugün yapıldı. 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce yapılan dava, salon darlığı nedeniyle 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin büyük duruşma salonunda gerçekleştirildi. Hakim, davaya müdahil olma talebiyle verilen 100’ün üzerindeki dilekçeyi reddetti. 34 gündür tutuklu olan İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi Fırat Epözdemir’in SEGBİS ile katılma talebi de kabul edilmedi.
21 Mart’a ertelendi
İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, yaptığı savunmada, bu davanın 81 baroya da açıldığını dile getirerek “Bu nedenle tüm baroların müdahillik talepleri kabul edilmelidir” dedi. Mahkeme, Türkiye Barolar Birliği’nin müdahillik talebin kabul ederek duruşmayı 21 Mart tarihine erteledi.
Kaboğlu: Siyasal bir operasyon olduğu bir kez daha açıkça ortaya konmuştur
Duruşma sonrası İbrahim Kaboğlu ve Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, adliye önünde basın açıklaması yaptı. Davadan utanç duyduklarını belirten Kaboğlu, şunları söyledi:
“Taraf teşkili yapılmadan, özgürlüğünden anayasaya aykırı bir biçimde alıkonulmuş olan Fırat Epözdemir, buraya getirilmesi bir yana SEGBİS bağlantısı kurulmadan, açık anayasaya aykırılık iddialarımız dikkate alınmadan bir ara kararla sonuçlanmış olması; aslında Türkiye Cumhuriyeti’nde adalet tarihi açısından hepimizin üzerinde ciddiyetle düşünmeniz gereken bir konudur. Çünkü bu süreçte 14 Ocak günü hazırlandığı kamuoyunun açıklanan davanameden bu yana sürekli süreler, tebligatlar, davaname ve sonrası aşamaları, hep usul kuralları ihlal edilerek, hep hukukun en temel ilkeleri ihlal edilerek bugüne gelinmiş, bilindiği hâlde küçük bir salon tahsis edilmiş. O salonda duruşmaya başlanamayınca büyük salona geçilerek en az 4 saat kaybedildikten sonra duruşmaya başlanmış ama bütün yapılan konuşmalar, itirazlar, özellikle taraf teşkili konusunda, anayasaya aykırılık ciddi gerekçeli itirazları konusunda yokmuş varsayılarak hepsi reddedilmiş ve aslında İstanbul Barosu’na yönelik operasyonun siyasal bir operasyon olduğu bir kez daha açıkça ortaya konmuştur.”
Sağkan: Yargının araçsallaştırılmasında söylemlerimizin ne kadar doğru olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır
Erinç Sağkan da yargılanan Halk TV çalışanı 5 gazetecinin davasına dikkat çekerek şöyle konuştu:
“Bir tarafta Halk TV gazetecilerinin yargılandığı davanın ilk duruşması, bir tarafta ise İstanbul Barosu Başkan ve Yönetim Kurulu üyelerinin görevden alınmalarına ilişkin davanamenin ilk buluşması vardı. Halk TV gazetecilerine ilişkin yürüyen yargılamada bilirkişiyi etkilemeye teşebbüs suçundan verilen beraat kararı ve tutuklu sanık Suat (Toktaş) Bey yönünden verilen tahliye kararını, tabii ki tefrik ve uzlaşma müessesesinin uygulanmasına ilişkin kararı olumlu bulmakla birlikte yaşanan bu hukuki süreç, soruşturma aşamasındaki usulsüzlüklerin üstünü örtmemektedir. Bunu iyi görmek, tespitini yapmak ve altını çizmek zorundayız. Bildiğiniz üzere bu olay nedeniyle bir ayı aşkın süredir bir gazeteci tutuklu bulunuyordu. O dönemde tüm barolarımız ve Türkiye Barolar Birliği, ifade hürriyeti çatısı altında basın özgürlüğünün öneminin ve bu anlamda bu özgürlüğün aynı zamanda halkın haber alma hürriyetini ilgilendirdiğinin altını önemle çizmiş, soruşturma usullerinin hukuka aykırılığının, gözaltıların gözdağına dönüşmesinin, tutuklamaların ise artık bir cezalandırmaya dönüşmüş olması usullerinin bir hukuk devletinde yerinin olmaması gerektiğini önemle ifade etmiştik. Bugün Asliye Ceza Mahkemesi’nde verilen karar, bir hakkın iadesi ve hukuka uygun bir karar olmakla birlikte geçtiğimiz bir aylık süreçte yaşanan hak mağduriyetlerini ise çıplak şekilde ortaya çıkartmıştır. Aslında uzun zamandır Türkiye’de yaşanan hak ihlalleri ve yargının araçsallaştırılması konusundaki söylemlerimizin de ne kadar doğru olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.
“Halk TV davasıyla organik bağı olan yargılama”
Diğer taraftan İstanbul Barosu Başkan ve Yönetim Kurulu üyelerinin görevden alınması istemiyle yürütülen yargılamanın ise gazetecilerle ilgili yürütülen yargılamayla çok organik bir bağı bulunduğunu ifade etmem gerekiyor. Özetle söyleyecek olursak İstanbul Barosu’na karşı açılan dava, sadece İstanbul Barosu’na karşı değil; Türkiye’deki tüm barolara ve Türkiye Barolar Birliği’ne başta ifade hürriyeti ve basın özgürlüğü gibi hak ve hürriyetlerin gasp edilmesi noktasında ‘Sesinizi çıkartmayın’ davasıdır. Bu nedenle çok organik bağı olan iki yargılamadan bahsediyoruz. Baro Başkanımızın ve Yönetim Kurulu üyelerinin görevden alınması talebiyle açılan yargılama, yani Avukatlık Kanunu’nun 77’nci maddesinin tatbiki cumhuriyet tarihimizde ilk defa gördüğümüz bir uygulamadır. Cunta döneminde dahi bu uygulamaya tevessül edilmemiştir. Bu uygulamaya ilişkin bugün yürütülen yargılamada, anayasaya açık aykırılık iddiasının mahkeme tarafından ciddiye alınmaması çok büyük bir eksikliktir. Baroların feri müdahillik taleplerinin reddedilmesi açıkça hukuka aykırıdır.
“Bu dava, 85 milyonun ortak davasıdır”
Türkiye Barolar Birliği’nin feri müdahillik talebinin kabul edilmesi ise son derece olumlu bir karardır ancak yürütülen sürecin ilk aşamasından itibaren İstanbul Barosu’nun hak savunuculuğu rolü kapsamında yürüttüğü faaliyetler ekseninde devam eden sürecin Türkiye’de haksızlıklara, hukuksuzluklara sesini çıkartan demokratik kitle örgütlerinin tamamının üzerinde bir baskı unsuruna dönüştüğü göz önüne alındığında bugünkü yargılamadan beklentimiz, esasında ilk aşamadan itibaren davanın reddine karar verilerek bu yöntemin uygulanamayacağının yargı kararı ile ortaya koyulmasıydı. Yürüyen süreçte 21 Mart’ta burada, duruşmada tekrar dayanışma ile tüm barolar ve Türkiye Barolar Birliği bu haksızlığa, hukuksuzluğa karşı çıkmaya devam edecektir. Sonuç olarak şunu ifade etmek isterim ki bugün görülen dava, İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetimi ile sınırlı bir dava değildir. Bu dava, 85 milyonun ortak davasıdır. Bu dava Türkiye’de hakkı, hukuku zedelenen herkesin, her kesimin davasıdır ve öyle olmalıdır.”
Yorumlar
Kalan Karakter: