e-hastalıklar çağı! Dijitalleşmenin gölgesinde beynimiz ve sosyal ilişkilerimiz nasıl değişiyor?

Yayınlanma: 27.02.2025 12:32 Güncelleme: 27.02.2025 12:32

Dijitalleşmenin, hayatımızın her alanını dönüştürdüğünü belirten uzmanlar, bu durumun öğrenme süreçlerinden sosyal ilişkilere kadar pek çok yeni kavramı da beraberinde getirdiğini söylüyor.

Dijitalleşmenin, insan hayatına hız ve kolaylık kazandırırken, etik kuralların yeterince gelişmemiş olmasının yeni sorunları da beraberinde getirdiğine dikkat çeken Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, “Sadece dijital öğrenme ya da beyni sadece dijital materyalle kullanmak eksik öğrenmeye yol açıyor. Bu durum ‘Dijital Faşizm’ ve ‘Sosyal Otizm’ gibi yeni kavramların ortaya çıkmasına yol açıyor.” dedi. Dijital dünyanın yarattığı ‘e-hastalıklar’ın bireylerin psikolojik ve sosyal gelişimini olumsuz etkilediğine de vurgu yapan Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, çocuklar ve yetişkinlerin, siber zorbalık, bağımlılık ve bilgi kirliliği gibi risklerle karşı karşıya olduğunu dile getirdi. Yüz yüze iletişimin önemine değinen Uzman Klinik Psikolog Dr. Yıldız Burkovik ise grup terapilerinin yüz yüze yapılmasının, katılımcıların beden dili, mimikleri ve jestleri aracılığıyla duygularını tam anlamıyla ifade edebilmesi için büyük önem taşıdığını aktardı. Dr. Öğr. Üyesi Burkovik, ekran karşısında eksik kalan bu unsurların, empati kurma ve duygusal farkındalık geliştirme sürecini olumsuz etkilediğinin altını çizdi.  Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ ile NPİSTANBUL Hastanesi Psikoloji Hizmetleri Genel Koordinatörü ve Uzman Klinik Psikolog Dr. Yıldız Burkovik, dijital dünyanın öğrenme ve sosyal ilişkiler üzerindeki etkilerinden bahsetti. Problem dijitalleşme değil, etiğinin yeterince oluşmamış olması… Çevrimiçi alışveriş, bulut bilişim, yapay zeka, mobil uygulamalar, sanal gerçeklik gibi hayatımızın ayrılmaz parçası olan tüm bu kavramların, dijitalleşmenin insan beyni ve zihninin evrimi içinde elde edilen muazzam ölçüdeki bilgi birikiminin pratik ve hızlı biçimde kullanılmasını sağlayan teknolojiler ve bilginin evrimi açısından kaçınılmaz bir süreç olduğunu dile getiren Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, “Ancak hayatımıza artıları ile değer katan dijital çağ, bir yandan aşırı kullanım ve sürekli maruziyet nedeniyle toplumsal ve bireysel anlamda olumsuz bir takım etkiler de oluşturuyor. Dijitalleşmenin yarattığı etkiler dijital toplum, dijital insan, dijital vatandaş, dijital davranış, dijital beyin, dijital ahlak gibi bazı yeni  tanımlamalar ve kavramları da ortaya çıkarttı.” dedi. Dijitalleşmenin insan beyninin ve zihninin evrimiyle ortaya çıkan ve yaşadığımız dünyanın vazgeçilemez bir gerçekliği olarak karşımızda olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tanrıdağ, “Kanımızca problem dijitalleşmede değil, onun etiğinin yeterince oluşmamış olmasındadır. Dijital beceriler, insanların yararlı bilgilere hızla ve kolayca erişmesine, başkalarıyla mümkün olan en verimli şekilde iletişim kurmasına ve projeler üzerinde daha hızlı ve çevik bir şekilde işbirliği yapmasına olanak tanır. Dijital vatandaşlar, online ortamda başkalarına saygılı davranmalı ve siber zorbalık veya tacizde bulunmamalıdırlar. Ayrıca, yanlış bilgi paylaşmak veya nefret söyleminde bulunmak gibi online eylemlerinin başkaları üzerindeki etkisinin de farkında olmalıdırlar.” şeklinde konuştu. Dijital dünya yeni ‘e-hastalık'lar yarattı Dijitalleşmeyle birlikte saatlerini hatta günlerini ekran karşısında geçiren çocuk ve yetişkin bireylerin, güvenlik sorunları, bağımlılık, siber suçlar, çevrimiçi tehditler, veri ihlalleri gibi güvenlik sorunları ile karşı karşıya kaldığına dikkat çeken Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, şunları söyledi: “Dijital dünya ‘e-hastalık'ları da yarattı. Bir çoğumuzun adını bile bilmediği, haberdar olmadığı ‘Cheesepodding’, ‘Photolurking’, ‘Ego sörfü’, ‘Facebook depresyonu’, ‘Youtube Narsizmi’, ‘Borderline selfitis’, ‘Fantom titreşim sendromu’ gibi kavramlar ortaya çıkarak ilişkileri, dolayısıyla aile ve toplumu etkisi altına aldı. Tüm bunlar yaşanırken akla gelen ilk soru şu; dijitalleşme hayatımızın bir parçasıyken bunu insanlığın yararına ve en az dezavantajlı bir şekilde nasıl kullanabiliriz?” Dijital öğrenme, görsel öğrenmeyi ve duygusal zekayı ihmal ediyor! İnsan beyninde iki tür öğrenme olduğunu aktaran Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, “Bunlar, ‘Dijital Öğrenme’ ve ‘Analog Öğrenme’dir. Analog veri, zamana göre değişen başka bir türden niceliği temsil edip kendisi de zamana göre değişen ve sürekli bir özellik gösteren veridir. Bu tür öğrenme daha çok sağ beyinle ilgili bir öğrenme biçimidir. Her iki öğrenme biçimi hem sözel hem de görsel özellik taşır.” dedi. Salt dijital öğrenmenin, beynin bir öğrenme biçimini eksik kullanarak insan beyninin önemli bir öğrenme biçimi olan görsel öğrenmeyi ve duygusal zekayı ihmal ettiğinin altını çizen Prof. Dr. Tanrıdağ, “Dolayısıyla sadece dijital öğrenme ya da beyni sadece dijital materyalle kullanmak eksik öğrenmeye yol açan beynin eksik kullanımıdır. Bu olgu insan ve toplum bazında bazı yeni kavramların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bunlar arasında ‘Dijital Faşizm’ ve ‘Sosyal Otizm’ kavramları yer alıyor.” açıklamasını yaptı. Dijitalleşmenin aşırı kullanılması sosyal otizme yol açabiliyor!  Dijitalleşmeyle birlikte gündeme gelen ‘Sosyal Otizm’ kavramlarına açıklık getiren Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ, şöyle devam etti: “Otizm zaten sosyal beyni kullanma becerisinin azalmasıdır. Bunun da temelinde beyinde taklit ve öğrenmeden sorumlu ayna nöronların çalışmasındaki aksaklık vardır. Öteden beri ünlü matematikçilerin arasında otistiklerin varlığı bilinmektedir. Bu biyolojik kökenli bir olaydır. Ancak dijitalleşmenin aşırı kullanılması bağımlı olanlarda öğrenilmiş ya da sosyal otizme yol açmaktadır.” İyi bir dijital toplum için öneriler… Dijital toplumun bilincinde olmak. Çevrimiçi davranışlarının etik sonuçlarını bilmek. Teknolojiyi kötüye kullanmamak. Mülkiyet haklarına karşı saygılı olmak. Kendine karşı saygılı olmak. Grup terapileri yüz yüze yapılmalı! Dijitalleşmenin yaygınlaşmasıyla bazı eğitimlerin ve terapilerin de dijital platformlar üzerinden gerçekleştirilebildiğini hatırlatan Dr. Öğr. Üyesi Yıldız Burkovik, “Ancak eğitimlerin yüz yüze olmasının yanı sıra grup terapilerinin de yüz yüze olması çok önemlidir.” dedi. “Grup çalışmalarında yüz yüze olunduğunda tüm mimik ve jestler ile birlikte bedenin duruşu, herhangi bir anlatı sırasında bedenlerdeki değişim ve diğer üyelerin tepkilerini görebilmek olması gerekendir.” diyen Dr. Öğr. Üyesi Burkovik,  kişinin ağlama, ellerini sıkma, bacağını sürekli oynatma gibi tepkilerinin grubu yöneten kişiye bir veri sağladığını, ekranda sadece yüzler görüldüğünden bu verilerin eksik kaldığını söyledi. Yüz yüze iletişim empati kurmayı sağlıyor…  Yüz yüze birbirini görebilmenin, kişilerin birbirleriyle bağ kurabilmelerinin, oturdukları yerden kalkıp birbirlerinin yaşantısının içinde rol almalarının hem kişinin kendisine, hem de grupta rol almasa da izleyene çok şey öğrettiğini vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Yıldız Burkovik, “Bir role girildiğinde bazen kalkıp yürümek veya tüm bedenin kullanıldığı bir hareket yapmak, kimi zaman yer değiştirmek gibi uygulamalarla konunun tam içinde, duyguların yoğunlaştığı evrede birbiriyle ilişki çok önemlidir. Yaşanan roller duygu ve düşüncelerimizle karşılaşmamızı sağlar. Ayna nöronlar başkalarının duygularını ve davranışlarını anlamamızı ve empati kurmamızı sağlar.” dedi. Bu sayede farklı perspektiflerden bakmanın da deneyimlenebildiğini aktaran Dr. Öğr. Üyesi Burkovik, “Aslında herkesin kendi duygusal süreçlerini anlama ve düzenleme becerilerini nasıl geliştirdiğini gözlemleme fırsatına sahip olunmakla birlikte, herkesin kendi içsel süreçlerini de daha yakından inceleme şansı bulması sağlanır. Kendini keşfetme ile birlikte farkındalıklar artar.” diyerek sözlerini tamamladı.

Devamını Okumak İçin Tıklayınız