Deprem bölgesinde ikinci yıl panoraması: Acı, öfke, umutsuzluk
Koskoca şehirleri birer yas evine dönüştürdü iki yıl önce yaşanan depremler... Meydanlar, hem büyük çaresizlik ve acının yansıttığı yüzler hem de verilmeyen hesaplar, giderilmeyen eksiklikler, tutulmayan sözler yüzünden yükselen öfkenin sesiyle doldu taştı. Geçici depremzedeliğin kalıcı bir hale gelmesine olan tepkiler bir tarafta, çok sevdiklerinin adaletini sağlayamamış olmanın hüznü diğer taraftaydı. İşte deprem illerinde yaşanan anma etkinliklerinden geriye kalan izlenimler...
İzlenim : Duygu Nil Özer - ANKA Kameramanları Koskoca şehirleri birer yas evine dönüştürdü iki yıl önce yaşanan depremler... Meydanlar, hem büyük çaresizlik ve acının yansıttığı yüzler hem de verilmeyen hesaplar, giderilmeyen eksiklikler, tutulmayan sözler yüzünden yükselen öfkenin sesiyle doldu taştı. Geçici depremzedeliğin kalıcı bir hale gelmesine olan tepkiler bir tarafta, çok sevdiklerinin adaletini sağlayamamış olmanın hüznü diğer taraftaydı. İşte deprem illerinde yaşanan anma etkinliklerinden geriye kalan izlenimler... Geçmeyen acının, bitmeyen yasın, dinmeyen öfkenin sesiydi, kenetlenmiş ellerden güç alan haykırışlar; "Üç iki bir... sesimi duyan var mı?" Yüzlerce Hataylı, yüzlerce Hataylı'nın enkaz altında kaldığı, iki sene önceki o kara günü sanki yeniden yaşadı. Biliyorlardı aslında çağıralarına karşılık bulamayacaklarını. Yine de hep birlikte haykırdılar; "Sesimi duyan var mı?" Çünkü bu haykırış, iki yıl önce sevdiklerine ulaşabilmenin umuduydu, şimdi ise bitmeyen yasın uğultusu. "Unutmadık, unutmayacağız" demekti çünkü... 6 Şubat 2023'te ışıkların söndüğü, sadece yıkıntıları kalmış binalardan şans eseri kurtulan bazı kişileri bulabilmek için arama kurtarma ekiplerinin ağzından çıkan 'sesimi duyan var mı' sözlerini bu sefer aynı caddelerde yüzlerce kişi kol kola girerek haykırdı. Bu sefer amaç seslerini bir kişiye duyurmak değil milyonlara duyurarak hala devam eden bu deprem karanlığından çıkabilmekti. Ancak ikisinde de benzer bir amaç; hayata devam edebilme arzusu vardı. "Sesimi duyan var mı" haykırışlarıyla anlatılan da, "Unutmadık, unutmayacağız" pankantıyla anlatılan da aynıydı Hatay'da. Bir yandan yas ve acıyla kavrulan yürekler diğer yandan ise verilmeyen hesaplar, giderilmeyen eksiklikler ve tutulmayan sözler yüzünden öfkeyle yanıyordu çünkü. Geçici depremzedeliğin kalıcı bir hale gelmesine yönelik tepkiler ile giden sevdiklerinin adaletini sağlayamamış olmanın rahatsızlığı da cabası... Duaların bastıramadığı gözlerdeki öfkeyi, iki sene önce benzer bir kış gecesinde yaşanan çaresizliği unutamamanın hüznü bastırıyordu. Çakmak çakmak gözlerden akıyordu karmaşık duyguların yoğunluğu. Yüzlerce Hataylı, iki önce yaşadığı çaresizliğini "istifa" isteyerek feryada dönüştürürken, "yuh" sesleri, ıslık sesleri ile mıhlandı o ana. Öyle ya hiçbir davada sorumlular henüz cezasını çekmemişti. Yargıdan kaçıyor, kaçırılıyordu. Dünya'nın en büyük şantiyesi... Dünya'nın en büyük şantiyesi haline gelen deprem bölgesinin, aynı zamanda siyasi propaganda malzemesi olarak kullanılması ve adeta bir film stüdyosu gibi bakılmasının yarattığı öfke Hatay sokaklarında yankılandı. Aynı acıyı tekrar tekrar yaşamaktan gözleri dolu bakan bakan vatandaşlar Diyarbakır'da sükunetle henüz temizlenmemiş enkazlara yaktıkları mumları bıraktı, Hatay'da ise hayatlarının daha iyi olmasının tek yolunun adalet arayışı olduğunu bilen ve iki yılda hayatlarında değişen pek az şey olan insanlar yine aynı karanlık sokaklarda 'istifa' sloganları attı. Diğer deprem illerinde olduğu gibi Adıyaman'da da elinde birer resim çerçevesi içinde de en güzel gülen hali ile bakan anneler, babalar, evlatlara sarılmış ağlayanlar vardı. Hiçbir fotoğraf çekilirken acı vermesi için çekilmez, o günkü mutluluğu hatırlatması için çekilir ama torunlarının fotoğrafına sarılan bir anneannenin ağzından çıkan 'Ben kimseye hakkımı helal etmiyorum haa' sözleri, deprem bölgesinin fotoğrafını çekiyordu aslında... İki yılda geçmeyen acının görüntüsünü özetliyordu. Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep, Diyarbakır, Osmaniye, Adıyaman, Malatya... Hepsinde sessiz bir çığlık var. Yalnız bırakıldıklarını düşünen milyonlarca vatandaş çadırlarda, konteyner kentlerde şanslı ise yeni yapılan evlerde başını yastığa koyduğunda hep aynı günü yaşıyor. 21. yüzyıla yakışmayan ölümleri bu yüzyıla hiç yakışmayan biçimde hatırlanmayı bekliyorlar. Yas tutmak herkes için zor ancak bir konteynerda yaşamaya çalışan ailesi ile giden ailesinin yasını tutmak daha zor. İkinci yılında da koskaca bir yaseviydi şehirler. Ve her türlü zorluğa dayanmak için hep birlikte sabahladılar. Herkesten daha iyi öğrenmişlerdi; "Deprem değil ihmal öldürdü'' diyerek seslerini yönetenlere duyurmak istediler. Depremin ikinci yılı yasın ve öfkenin, adalet ve insanca yaşam koşullarına ulaşarak bitmesi umuduyla geride bırakıldı.